Merhabalar canım kardeşim,
noktaları birleştiremeyip dağınık bıraktığımız ama zihinlerimizdeki deryalardan anlamların foton kuşağı etkisi yaratmasını umduğum bir derlemeyle yine karşı karşıyayız.
Bu karalamada "Ölüm" den bahsedeceğiz.
Ama öyle kuşaklar boyu, nesillerin ve milletlerin betimlediği korkunç ölümlerden değil.
Bir Dünya Mirası Büyüğümüzün dilinden ölümü yani "Şeb-i Arûs" hakkında konuşacağız.
Bunlardan bahsetmek için de genel ifadelerle yolumuzu düzenleyeceğiz pek tabiki.
Ama önce yol haritamızı çizelim ki kafamız dinç kalsın.
- Daha önce ölüm hakkında bu blog üzerinden nasıl bir yazı derlemişim onu paylaşacağım.
- DİVAN-I KEBİR
- Şems-i Tebrizi hakkında bir kelam
- Şeb-i Arûs
- Mustafa Kemal Atatürk ve Mevlâna
- Mevlâna ve Şems-i Tebrizi
- Yürekten son
1. "Her canlı bir gün ölümü tadacaktır." 29 Haziran 2012 Cuma
2. DİVAN-I KEBİR
Mesnevî’den
sonra en fazla ilgi gören bu eser, Mevlâna’nın çeşitli zamanlarda-
özellikle Şems’in kayboluşundan sonra- söylediği şiirlerin bir araya
toplanmasıyla meydana getirilmiş olup, onun iç dünyasını ve ruhsal
durumunu bizlere yansıtır.
“Dîvân”
kelimesinin sözlük anlamı “toplanılan yer”dir. Edebiyatta ise bir
şairin söylediği-yazdığı şiirlerin tamamının belli bir düzen içerisinde
bir kitapta toplanmasına denir. İslâmî Edebiyatlarda edebî tür olarak
oluşturulan divanlar, genellikle şairlerin ölümünden sonra onları
sevenler ya da takipçileri tarafından toplanarak; nadiren de sağlığında
bizzat şairlerin eliyle meydana getirilmiştir.
Divanın tamamı Prof. Dr. Bedîüzzamân
Furûzânfer tarafından 1345 hş./1966 yılında on nüshanın
karşılaştırılmasıyla tenkitli neşir olarak Tahran’da basılmış ve şu ana
kadar yapılan en iyi neşir olarak kabul görmüştür.
Dîvân-ı Kebîr’in
günümüze kadar tam tercümesini yayınlayan tek kişi ise Mevlâna’nın tüm
eserlerini dilimize kazandırmış olan Abdülbaki Gölpınarlı’dır.
Birçok kişi tarafından İngilizce’ye tercüme
edilen Mevlâna’nın şiirleri, günümüzde de Nevit Oğuz Ergin tarafından
Gölpınarlı’nın Türkçe çevirisinden faydalanılarak İngilizce’ye
çevrilmektedir. Şu ana kadar XII cildi yayınlanan bu tercüme TC. Kültür
Bakanlığı’nın katkılarıyla Amerika’da (California) basılmıştır. (Dîvân-i Kebîr, Translated by Nevit Oğuz Ergin, I-XII c., 1995-2000, California, USA). Tamamı XXII cilt olarak tasarlanan ve geliri Amerika’da bulunan “Mevlâna’yı Anlama Derneği” ne (Society of Understanding Mevlâna) bağışlanan bu çeviri Amerika’da Mevlâna’yı ve fikirlerini tanıtma açısından oldukça önemlidir.
İçeriği fazla uzatmadan sizi de fazla sıkmadan bir güzel örnek belirtmek isterim.
Mevlâna,
bazen de karşılaştığı olaylarla ilgili fikirlerini şiirlerine yansıtır
ve olayın içeriğine göre yine etkileyici bir üslubu tercih eder. Buna
örnek olarak Selçuklu Sultanı Rükneddin Kılıçarslan’ın (ö.1265-66)
Mevlâna’nın izin vermemesine rağmen Aksaray’a gitmesi ve orada
öldürülmesidir. Mevlâna bu olayın ardından;
Ne-goftemet me-rev ancâ ki âşinât menem
Der-în serâb-ı fenâ çeşme-i hayât menem
(Demedim mi sana gitme oraya; seni tanıyan, bilen benim ancak;
Şu yokluk serabında yaşayış kaynağı benim ancak)
beytiyle başlayan meşhur gazelini söyler.
Ey zâhid şarâba eyle ihtirâm,
İnsan ol cihanda, bu dünya fânî,
Ehline helâldir, nâ-ehle harâm,
Biz içeriz; bize yoktur vebâli,
Sevâb almak için içeriz şarâb,
İçmezsek oluruz dûçar-ı azâb,
Senin aklın ermez; bu başka hesâb,
Meyhânede bulduk biz bu kemâli...
3. Şems-i Tebrizi hakkında bir kelam
Aşkı kalem yazmaz ki kitaplarda bulasın.
Alimken arif oldun peki aşık olmaya namzet misin?
Kuralların olsun, ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut
yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost Ve sakın kendi
doğrularını putlaştırma! İnancın büyük olsun, ama inancınla büyüklük taslama!
Mühim olan yükseklere çıkıp hayata tepeden bakmak değildir;
Mühim olan ne kadar yükselsen de her şeye eşit mesafeden bakabilmektir.
4. Şeb-i Arûs
Sevgilinin sevgiliye kavuşması
dır.
Şeb-i Arus, Türkçe anlamı düğün gecesi demektir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin öldüğü gecedir. Mevlana Celaleddin Rumi, bu geceyi Rabb'ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğü Düğün Gecesi olarak adlandırır. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin
ölüm yıl dönümlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda
yapılan ve "Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri" olarak
isimlendirilmeye başlanılan törenler, halk arasında Şeb-i Arus
Şenlikleri olarak da anılmaktadır.
"Hakka kavuştuğum gün tabutum yürüyünce şu dünyanın dertleri ile
dertleniyorum sanma. Bana ağlama yazık yazık deme. Cenazemi görünce
ayrılık ayrılık diye feryat etme. Bedenimi toprağa verirken elveda
elveda diye ağlama. Gün batımını gördün ya, gün doğumunu da seyret.
Hangi tohum yere atıldı da çıkmadı. insan tohumu için neden yanlış bir
zanna düşüyorsun?"
"Mezarımın toprağı bir yudum şarap gibidir. Bedenimi içince, canım
göklerin üstüne çıkar. O padişah değilim ki tahttan ineyim de tabuta
bineyim. Benim fermanımın yazısı ebediliktir" Mevlânâ
Konya'nın ileri gelenleri
17 Aralık 2012'de İstanbul'da gerçekleşen anma törenlerine tepki göstermişlerdir. Tepkilerini şu şekilde dile getirmişler:
"Biz istanbul'un fethini
konya'da mı kutluyoruz?"
http://www.konhaber.com/yeni/haber-85790-GUNCEL-Biz-fethi-Konyada-mi-kutluyoruz.html
http://www.belge.com.tr/?tmlmstf=hbr&id=85790&kat=11
"Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı bende bu dünyanın gamı var,
dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma, bu çeşit şüpheye düşme.
benim için ağlama, “yazık, yazık!” deme; şeytanın ayranına düşer,
düzenine kapılırsan yazık olur, “yazık, yazık” demenin sırası gelir.
cenazemi görünce “ah ayrılık, ayrılık!” demeye kalkışma; kavuşup buluşmam o zamandır benim.
beni kabre indirip bırakınca “elveda, elveda!” deme; çünkü kabir can topluluğunun bir perdesidir.
batmayı gördün ya, doğmayı da seyret; güneşe, aya batmadan ne ziyan gelir ki?
sana batmak görünür amma doğmaktır o; mezar hapis gibi görünür amma canın kurtuluşudur o.
hangi tohum, yere ekildi de bitmedi; neden insan tohumu için de böyle düşünmüyorsun?
hangi kova suya salındı da dolu dolu çıkmadı; can yusuf’u, ne diye kuyudan feryâd etsin?
bu yanda ağzını yumdun mu aç o yanda; artık senin hay huyun, mekânsızlık âleminin havalarındadır."
5. Mustafa Kemal Atatürk ve Mevlana
Çankaya köşkündeki dil çalışmaları toplantısında Konya Mevlevi
Dergahı eski postnişinlerinden Veled İzbudak Çelebi de davet
edilmişti. Söz dönüp dolaşıp Hz.Mevlana’ya gelmiş, yüce Atatürk
şunları söylemişti:
“- Mevlana, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir
reformatör... Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve
modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve
tatbik
etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren
kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Badiye Arapları
için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama
hareketidir. Hz.Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevk
etmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar
suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur.
Mevleviliğe gelince, o tamamen dönerek ayakta ve hareket ederek
Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir."
Uzunca içerikli bir yazı: http://www.mevlana.com/mevlana_dosyalar/ataturk.htm
Atatürk’ün Konya’yı Ziyaretleri ve İlk Ziyareti ile İlgili Gözlemler
http://atam.gov.tr/ataturkun-konyayi-ziyaretleri-ve-ilk-ziyareti-ile-ilgili-gozlemler/
6. Mevlâna ve Şems-i Tebrizi
Mevlana.
Kendini artık Şems’in hayat ikliminde kaybetmiştir.
Ve Şems’e şu nida da bulunarak bunu aşikâr eder:
“Ben, bende değil
belki sendedir. Sende hem sen, hem ben; ben hem seninim, hem benim. Bir
garip hale düştüm bilmiyorum”. Der
Uyku haline düşer Mevlana.
Tebrizli Şems, aynel yakin karşısındadır.
Görünce Şems’i dem vurur yalnızlığından.
“Ey dost, sana dostlukta noksanlık mı ettik de bizi böyle harap
edersin.
Kalbine kalbimizi değdiremedikte mi, bizi kendinden ayrı
edersin.
Sen değimliydin ki, biz iki kişiyken, ikimizi tek’e düşüren.
Şimdi ne diye çıkıp gidersin!
Bizi böyle bî taraf, bertaraf edersin.
Gözümüzde yaş, ay felek harap edersin.
Hem kapımızı başkalarına da zehr edersin.
Bilmez misin bu Rûmi zehr
içer senin yokluğunda.
Hem sen ister misin Rûmi meczup olsun sokaklarda?
“Ey Tebrizli gel yıkma kurduğun evini.”
Beni çatısız, kendini bırakma
benden ileri…
Hani değimliydi ki, yokluğumuz aynı varlıkta hayat
bulacaktı?
Gel eyleme beni mekanımda, yol gözleyen seferi.
“Sen gittin gideli Güneş dağın arkasına düştü. Sana iyi dostlar temiz
dostlar, bağdaş dostlar yeryüzünde de var, gökyüzünde de.
Eski dostla
ettiğin yemini hatırla ama.
Sen her gece ay değirmesini başına yastık edince yollarda, dizimde yattığın geceleri hatırla ama.
Ayrılık dağını delmekte olduğumu hatırla ama.
Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında, bir de Aşk ovasını görmüştüm
hani; safran dallarıyla, Ağustos gülleri ile sarmaş dolaş, bunu unutma.
Hatırla ama.
Ey Tebrizli Şems: Dinim Aşk’tır benim.senin yüzünü gördüm göreli. Benim dinim senin yüzünle övünür.
Ey sevgili. Bunu unutma; hatırla ama!”
7. Yürekten Son
Mevlâna, yine Mesnevî’sinde şiir yazmanın, vezin ve
kafiye uydurmayı düşünmenin “Sevgili” den ayrı kalmaya sebep olacağını; asıl
amacın üzüm bağına girmek olduğunu oysaki sözün, bu bağı duvarla örüp
kapattığını vurgulayarak şöyle der:
«Ben kafiye düşünürüm, sevgili de bana der ki : Yüzümden başka bir şey düşünme!
Ey benim kafiye düşünenim ! Rahatça otur; benim yanımda devlet kafiyesi sensin.
Harf ne oluyor ki, sen onu düşünesin! Harf nedir? Üzüm bağının çitten duvarı.
Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalayayım da bu üçü olmaksızın seninle konuşayım.»
...
Dört kitabın manisi
Bellidir bir elifte
Sen elif dersin hoca
Manisi ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
Yunus Emre
“Ben, bende değil belki sendedir. Sende hem sen, hem ben; ben hem seninim, hem benim. Bir garip hale düştüm bilmiyorum” Mevlana
Mevlana'yı Türkçe okumaya devam ettikçe yanlış anlama olasılığımız her zaman yüksektir. Bunu unutmadığımı ve yanlışlarıma karşı görüşlerinizi belirtmenizi rica ederim.
مولانا جلال الدین محمد رومی
Farsça bilsem aah ah!
İnsan hayatı boyunca hep bir arayış içindedir.
"Hamdım, piştim, yandım"
Eyvallah.