29 Haziran 2012 Cuma

"Her canlı bir gün ölümü tadacaktır."

 "Her canlı bir gün ölümü tadacaktır."

Ne vurucu bir cümle üzerinde yorum yapmaya gerek yok.
Yazının omurgası şöyledir canım kardeşim:
  1. Ölüm ve Hayyam
  2. Agoni
  3.  Meral Okay ve vasiyeti
  4.    Krematoryum
  5.  18 bin liraya mezar yeri
  6.  Majdanek İmha Kampı
  7. Auschwitz-Birkenau
  8.  İngiltere’nin Redditch kenti belediye meclisi
  9. Giordano Bruno ve idamı
  10.  Ölüm özgürlüğü, yaşam özgürlüğü

Devam edelim Ömer Hayyam alıntımızla ve Fazıl bütünlememizle.
Isınalım biraz 'soğuk' konumuza.
Ölümü anlamaya çalışıp, yaşamı tecrübe etmek benim yöntemimdir.
Biraz işe yarıyor ve fakat bilemem Sizler nasıl bakarsınız bu değerlendirme biçimine.
Hadi, gel benimle.
Yaşamanın sırlarını bileydin
Ölümün sırlarını da çözerdin;
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:
Yarın, akılsız, neyi bileceksin?
 Ömer Hayyam


 Can bir şaraptır, insan onun destisi; 
Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi. 
Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık:  
Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.
 
Ölümün hepimizin bildiği anlamının dışında bir de şöyle bir anlamı vardır.
Canlı varlıkların herhangi bir dokusunun canlılığını kaybetmesine de ölüm denir.
Her an, ölmekte ve doğmaktayız.

Biraz literatür bilgisi ardından bir kaç konuya bakış açım, nokta birleştirmeleri ya da dağınık bırakmalar falan filan derken bir yazının daha sonuna geleceğiz.

Ölümde, Agoni ismi verilen bir can çekişme devresi sözkonusudur.
  Bu devre, müzmin hastalıklarda uzun, ani ölümlerde ise kısa olur. 
Agoni devresi birkaç dakikadan, birkaç güne kadar uzayabilir.
 İlk önce görme, son olarak işitme duyusu kaybolur. 
Gözler yukarı ve dışa tavana bakıyormuş gibi bir hal alır, gözbebekleri genişler. 
Göz akı ve göz kenarlarında yapışkan bir sıvı toplanır.
 Göz parlaklığını kaybeder, arkaya doğru çöker. 
Refleksler ortadan kalkar. Alından soğuk iri taneli terle birlikte son bir gözyaşı damlası gelebilir, 
şahıs ağlıyor gibidir. 
Nabız oldukça zayıflar.
 Kalp sesleri güçlükle ve çok hafif duyulur, el ve ayaklar soğur, fakat şahsın iç harareti bazan 42-43° dereceye kadar yükselir. 
Salya, sümük, idrar, pislik, meni dışarı çıkar ve neticede ölüm husule gelir. 


Çok net. 
Çok sert.
Çok gerçek. 
İçerisinde çok atıfsal anlamlar ifade eden veriler var Agoni evresinin fakat, konu okadar gerçek ki. 
Hiç romantik bakamıyorum konuya. 
Buz keserken iç hararet falan. 
Aman aman.

Bir Usta'ya kulak verelim. Gel hadi canım kardeşim benim.

Hayatın bütün esrarını çözdüğün vakit ölümü arzularsın. Çünkü o da hayatın sırlarından biridir.
Halil Cibran


Ölümün evreleri, hali, yaşama yansımasından ziyade ölüm sonrası kişinin ne olacağına dair 
kişisel tercihli bir konuya değinelim. 
Gömülecekmiyiz, yakılacakmıyız, kartallara mı yedirileceğiz?
Kültürle değişen bir konu bu.
Yansıması güzel.
Bir, bana göre başarılı sanatçının yaşadığı durumla ilgili Yol'da olalım hadi.

 verdiği bir röportajda vasiyet niteliğinde nasıl gömülmek istediğini aktarmıştı.
Ünlü senarist yakılarak küllerinin suya atılmasını hayal etmişti. Söyleşi de aynen şunları aktarmıştı:
 “Beni yaksınlar, küllerimi de götürüp Gökova’ya bıraksınlar, yoksa kavanozda durayım, kütüphanede başköşede durayım gibi fetişlerim yok yani... Ne Budizme yakınım ne de İslama uzağım. Üstelik son derece inançlıyım. Ben sadece şunu savunuyorum: Öldükten sonra bedenimizle ne yapacağımız bizim tasarrufumuzda olmalı. Devletin değil! Kim nasıl karışabilir benim ölüm biçimime ve ritüelime? ‘Günahtır, ayıptır!’ gibi kavramlar bile sadece beni bağlar”

Vasiyet gibi bir şey mi?
Evet.. Üstelik yasal olarak hakkınız da var Türkiye’de fakat o yasa kullandırılmıyor. 1946’da çıkmış bu yasa. İstediğinde yakılma hakkın var. Ankara’da fırını bile var.
Bu kadar çalışkan bir İnsan için, yapılana bakalım bir de:

 Meral Okay’ın ölümünün ardından Yeni Akit gazetesinin gayri resmi sitesi Habervaktim’de yer alan haber çok büyük tepkilere neden oldu. İnternet sitesi, Meral Okay’ın ölümünü, “O kadın öldü. Kocasıyla aynı kaderi paylaştı” başlığıyla duyurdu.

Eşi Yaman Okay için Sezen Aksu'yla birlikte kaleme aldıkları “Şimal Yıldızı”
 Sen kalbimin efendisi
 Hayatımın kıymetlisi
 Hey uzun yol arkadaşım
 Şimal yıldızım, neredesin
 Nasıl havalandın
 Hasar almadan bu tufandan
 Bak ben yaralandım
 Kayıtsız şartsız adanmaktan
 Nasıl havalandın
 Hasar almadan bu tufandan
 Bak ben paralandım
 İmkansıza bağlanmaktan
 Git sereyim yoluna yeni serüvenleri
 Yakalım gitsin bütün nedenleri
 Son cümledeki anlam bütülüğü mükemmel, bence, algımca, yüreğimce.
 Güzel bir yazı, merak edenler için;
Biz konumuza devam edelim.

Krematoryum: Ölen kişinin yüksek sıcaklıklardaki yakıldığı yer. 
Kremasyon (ölü yakma işlemi) en azndan 20.000 yıl önceye dayanıyor.
Türkiye’de 1930 tarihinde çıkan umumi hıfzıssıhha kanununda ölülerin yakılmasını düzenleyen hükümler var. Bu kanun sonrasında da ülkemizde krematoryum açılmış.
Osmanlı'nın son zamanlarında İstanbul'da Anadolu Kavağı sınırları içinde "Tahaffuzhane" olarak adlandırılan ölülerin yakıldığı bir bina vardı. 
Cumhuriyet döneminde bu alan askeri bölge ilan edildi ve daha sonra harabe oldu. 
Bunun dışında , Atatürk'ün Zincirlikuyu Mezarlığı'nda yaptırdığı krematoryum, daha sonra geleneklerimize aykırı olduğu görüşüyle yıkıldı ve yerine, her boş alanı doldurmak için yaptığımız gibi, otopark yapıldı.
Canım Ülkem.

18 bin liraya mezar yeri. 
Aşiyan, Zincirlikuyu, Karacaahmet, Çengelköy ve Ulus'da mezarlık fiyatları 5 bin ila 18 bin lira arasında değişiyor.

 ölemsiz

'ne şeymiş bu, bu dünyadan ayrılmak
demir tarar gibisin bigün
gözlerin arkalarda deryaya açılmak? '
hadi bre gide gide dönmüşlüğüm
iyadesiz iyadeli tahütlüğüm
seni bilem gide koydum, gidi ölüm!
.
Can Yücel 

Güzel bir deneme:

 Ölü bedenin yakılması, sadece inançlar ve öldükten sonra kül olma isteğine dayanmıyor. 
Dünya, bunun dışındaki durumlarda da bedenlerin yakıldığını gördü. 
Ölü yakma kültürü dışında toplum açısından yüksek risk taşıyan ölüler de bu tip yerlerde yakılarak çevreye zarar vermeleri önleniyor. 
Bunun dışında Polonya'daki Majdanek İmha Kampı'nda Nazilerin gerçekleştirdiği "kitle ölüm" vakaları da var. Naziler daha randımanlı kitle cinayetleri için ölüm merkezleri kurdu. 
Temel olarak tutuklama ve çalışma merkezleri vazifesi gören toplama kamplarından farklı olarak, ölüm merkezleri adeta yalnızca "ölüm fabrikaları"ydı. 
Kamplara getirilen sürgünlerin hemen hepsi doğruca gaz odalarında (Sonderkommandos olarak bilinen özel çalışma timleri için seçilen çok az kişi hariç) ölüme gönderildiler.
 Majdanek Krematoryumu

 En büyük ölüm merkezi 1943 ilkbaharına kadar faal dört gaz odası (Zyklon B zehirli gazı kullanılan) bulunan Auschwitz-Birkenau'ydu. Sürgünlerin en yoğun olduğu zamanlarda, Polonya'da Auschwitz-Birkenau'da her gün 6.000'e kadar Yahudi gaza maruz bırakıldı.

 Auschwitz-Birkenau

Ne güzel ölüyor çiçek,,, 
öyle isterdim ölmek...
Necati Cumalı

“İngiltere’nin Redditch kenti belediye meclisi, tasarruf etmek için, ölülerin yakıldığı krematoryumdan gelecek enerjiyle havuzun ısıtılması teklifini kabul etti. Söz konusu yöntemin Avrupa’nın birçok yerinde kullanıldığını belirten Belediye Başkanı Carole Gandy, elektronik posta, mektup ve telefonla görüş belirtenlerin yaklaşık yüzde 80-90’ının projeye destek verdiğini kaydetti.”  Anadolu Ajansı, Şubat 2011
 
"Ten fanidir can ölmez, ölenler geri gelmez
ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil"
Yunus Emre

Ölümden ne korkarsın, korkma ebedi varsın..Yunus Emre

Giordano Bruno; Evrenin sonsuz ve eşdağalımlı olduğunu ve evrende, 
dünyadan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. 
Aykırı görüşler beslediği için 1600 yılında Roma Katolik Kilisesi'nin Engizisyon mahkemesinde yargılanıp sapkın ilan edildi ve Roma'da diri diri yakılarak idam edildi.

"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım." Giordano Bruno


Ölüm özgürlüğü, yaşam özgürlüğü arasında gezindik durduk .
Şimdi bir video ile konuyu bağlayıp üzerine kelime etmeyeceğim.


Otelin merdivenlerinde kurtulmayı bekleyenlerden biri olan yazar Lütfi Kaleli sorar: 
“ Bunlar ikindi namazına gitmeyecekler mi?”...

Yanıt karikatür sanatçısı Asaf Koçak'tan gelir: 
“ Anlaşılıyor ki, bu namazı kaza ile eda edecekler.”


TEK YASAK

Özgürlüğün geldiği gün
O gün ölmek yasak!

Cemal SÜREYA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eyüp kardeşim ve yürek sızısı

Uzun zamandır blogumda yazmıyorum. Ne düzenlemesine, ne imlasına ne de tasarımlarına dikkat ettiğim bir yazı olacak bu. Beni çok etkileyen ...