13 Ocak 2013 Pazar

Nazım Hikmet - Necip Fazıl Mektuplaşmalar

 Biraz bu ikili üzerine derleme yapalım değil mi canım benim.
"1936'da NFK, bir edebiyat dergisi için Celal Bayar'dan 1.600 lira aldı. 
Bir mebusun ayda 200 lira aldığı günlerde iyi paraydı bu. 
NFK, devletten para almanın kolaylığını belki de o gün anlamıştı."
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1115579 
 
Bu bir köşe yazısından alıntı, buyrun biz kendi içeriğimize dönelim canım kardeşim.

Nazım Hikmet'ten Necip Fazıl'a:





"Sevgili Necip, ismin temiz demek, necîb temiz demektir benden iyi bilirsin. Necip'i necis yapma. Sen en cihanşumül eserlerini beş parasız Paris sokaklarında dolanırken vermiş bir şairsin, cebin para para olacak diye ruhun pare pare olmasın. Bilirim kalemin kıvraktır lisanın çeviktir, bilirim üç satırda ruh üflersin kağıda, bilirim bir yazsan parçalarsın edebiyatın Çin Seddi'ni, o lisan-i mücerret dilinle Babali yokuşunun yollarını yalaman beni kahrediyor Necip.



Sevgili Necip, inandığın Allah'ın aşkına, o kudretli kalemini iktidara payanda yapacağım diye camii direğine çevirme, o kudretli kelimelerini üç kurusa parselleme üç tanesi üç kuruş etmeyecek ciğersizlere. sevgili necip, elinde sur-u israfil var, onu borazana çevirme. 



Eski dostun


Nazım."



 

Necip Fazıl'dan Nazım Hikmet'e:

"Nâzım Hikmet! Nafile çabalıyorsun. Sana kızmıyorum. Kızmayacağım. Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklayan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.

Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.

Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başıyla fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.

Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin. O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kim bilir nelere baş vuruyorsun?

Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda dindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, Beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.

Bundan bir kaç ay evvel Bâbıâli'de, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:


Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?
Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.

Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmayan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.

Şimdi bana -tam da senden bekleyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlik reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim?


Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarmaş dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer?

İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir? Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktiyle vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!


Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim. Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim. Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman... Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor. İşte görüp göreceğin rahmet! (11 Nisan 1936)"



İnternetten bu tartışmaları incelediğinizde şöyle bir manzaraya karşılaşabilirsin canım benim yorumlarda şimdiden belirteyim. Ben sizin için bir kaç örnek veriyorum.



hope_siz bunu yazdı:
-----------------------------
bende kısa bi hikaye anlatayım.
üstad, nazıma "bana kominzmi anlatsana" diye sorar.nazımda cebinden 50kuruş çıkartıp, 25 kuruşunu üstada verir, diğer yarısınıda kendi cebine koyar ve "işte budur" der. sonralarda bir gün nazıma bir yerden büyük bir mevla para geldiğini duyan üstad, nazıma "ee hadi parayı paylaşalım"der ve nazımda olmaz der. meraklanan üstad neden paylaşmıyoruz diye sorunca, nazımda "mevzu 50 kuruşluk mevzuydu, şimdi durum değişti"der..
ben böyle duydum..

-----------------------------

Üstadla atışmak kolaymı hoca :) heytt be . 
Yahu budoğru olabilir mi alllllasen!



iMPaLa bunu yazdı:
-----------------------------
necip in; ''nazım nazım sen yine de o kalemi müsait bir yerine sok'' mevzusunu biliyormusunuz_?


neciple nazım birbirleriule dewamlı sürtüşme içerisindedirler!..nazım necip fazılı bir yazısında kullandığı -kalemi müsait bir yerine sok- sözü yüzünden mahkemeye verir..



mahkemede söz hakim tarafından necip fazıla verilir..

hakim: evet necip bey savunmanızı bekliyorum. der
necip fazıl: hakim bey ben o kalemi yaka cebine sok demek istemiştim..müsait bir yerden kastım budur..sayın nazım beyin fikri başka yöndeyse bilemem. der.  ve necip fazıl hiç bir ceza almaz..

mahkeme biter ve koridordan evlerine gitmek üzerindeyken necip arkasını döner ve nazıma şöyle der;
 ''nazım nazım sen yine de o kalemi müsait bir yerine sok''

heheuehu paylaşiim dedim:)
-----------------------------

Şair holiganizmi diyorum ben buna.

2 anı cevabı veriyorum.

Nazım Hikmet Sultanahmet hapishanesinde yatarken necip fazıl onu ziyarete gitmiştir:

Necip Fazıl Kısakürek: Nazım'ım, benim rejimim olsa seni asardım. fakat bu hiçlik rejiminde –milli şef dönemi- fikirsiz ve imansız insanların seni süründürmesinden müteessirim. onun için ziyaretine geldim.

Nazım Hikmet Ran: benim de rejimim olsa, ben de seni asardım. sonra da darağacının başında ağlardım. seni anlıyorum. bil ki bu soylu tarafının daima takdircisi kalacağım.






Necip Fazıl Kısakürek bir ropörtajında, kendisine soru sormak gayesiyle söz alan şahsın ''Nazım Hikmet'' ile ilgili atıp tutması üzerine, sinirlenir ve;

''yahu, sen ne diyorsun, ben sağcıymışım da, nazım solcuymuş da, biz birbimizin düşmanıymışız da, yok daha neler neler, ulan hıyar, biz nazım ile bütün gün siyaset tartışır, akşam olunca da beyoğlu'nda beraber kız tavlardık, ne diyorsun sen be''


Hıyarlara aldırmayın.
Hadi eyvallah.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Eyüp kardeşim ve yürek sızısı

Uzun zamandır blogumda yazmıyorum. Ne düzenlemesine, ne imlasına ne de tasarımlarına dikkat ettiğim bir yazı olacak bu. Beni çok etkileyen ...